10 Mayıs 2012 Perşembe

Köşe yazarlarını yoğurda doğrasan, cacık bile olmaz.


1-
Geçenlerde şahit olduğum bir gerçek üzerine biraz düşündüm, açık söylemek gerekirse daha önce hiç ihtimal vermediğim şeylerle karşı karşıya kaldım. Sizinle de beraber incelemek istiyorum bu durumu…
Hadi itiraf edelim, hangimiz iyi şarap, kötü şarap ayrımını lezzetten ziyade kokuya göre yapmıyor ki?
Mehmet Kocamış bir şarap gurmesi, asıl işi Hukuk… Bilgi Üniversitesi’nde Öğretim üyeliği yapan bir doçent kendisi, ama şaraplara öyle bir gönül vermiş ki, hayatının hiçbir döneminde bırakamamış bu büyük heyecanını.
Öncelikle hepinizin gözlerinizi kapayıp bir kaç dakika düşünmesini ve empati kurmasını istiyorum, hangimiz 1980 mahsülü bir Bordeux şarabının bize hissettirdiklerini hissedebilir ki! 
Hadi itiraf edelim, şu Türkiye’de benden çok halkına yabancılaşmış bir adam var mı? Bahsettiğim konularla benden başka 3 kişinin ilgilenmesine rağmen, Türkiye’nin en çok satan gazetesinde 20 yıl yayın yönetmenliği yaptım ve hala yarım sayfa yazı yazıyorum.
Hadi itiraf edelim, benden bir bok olmaz.
2-
Bu hafta yine korkunç yoğun geçti, yazılar, röportaj okumaları, bir sonraki röportaj için randevu ayarlamalar, sevgilime zaman ayırmaya çalışmak, Ayla’nın bitmek bilmez Mickey Mouse aşkı, bir taraftan Havaii’ye gitmek, oradan Paris’e geçip biraz takılmak, offf o kadar zor geliyor ki… Bazen insan her şeyi bırakıp, Londra’ya gitmek istiyor!! (Neyse haftaya röportaj ayağına gider, bu bahsi kapatırım.)
Geçen hafta bildiğiniz gibi çok yoğun geçti, önce -müthiş bir gazetecilik örneği olan- acaba 0-6 yaş çocukla çıkılan tatillerde, hangi şehirler tercih edilmeli? adlı inceleme yazımla tam 18 ülke gezdim ve o kadar yoruldum ki, ve güneşlenmekten sırtım yandı, soyuluyor şimdi offfffffffffffffffff kahretsin bu gazetecilik çok yoruyor beni.
Ondan sonra Sekteye Uğratılmış Hayatlar adlı projem üzerine çalıştım, biliyorsunuz ne kadar ajitasyon yapsam az, biraz da daha çalışmalıyım ajitasyon üzerine. 
Neyse yazıyı burada bitirmeliyim, ayrıca sizden bir kaç gün izin istiyeceğim. ‘Fakirler için İstanbul gece hayatı’ incelemem için alışverişe çıkıcam, bu yazı dizime de çok iyi hazırlanmak için izin istiyorum sizden. Sonrasında bomba gibi geri dönücem.
Not: Bu arada Alya’nın okulunu soranlar olmuştu, okuldan çok memnunuz senelik 12bin dolar gibi cüzi bir meblağ veriyoruz şu anki kreşine ama, inanın kuruşu kuruşuna deyiyor. Kreşteki ablaları Selda ve Birsen’in gözlerinde çocuk sevgisini ve dolar işaretlerini görmenizi isterdim doğrusu.
3-
Adı Kemal Keskin 1910’da Tunceli’de, o zamanki adıyla Dersim’de doğan annesi Kürt, babası Türk olan bir melez.
Ve İgor Miliseviç. Soluk benizli bir Rus. 2. Dünya Savaşı’nda Nazilere nefes aldırmayan komutan. Bizzat Golatkin Muharebesi’ni yönetmiş ve kayıpsız denecek kadar az zaiyat vererek Nazileri def etmiş bir adam.
Şimdi bu iki farklı adam ne alaka diyeceksiniz.
Bakalım…
Kemal Kesin, 1930 yılında Cumhurbaşkanlığı’nın bursuyla Moskova’ya matematik öğrenmesi için yollanıyor. Hangi Üniversite’ye Moskova 18 Mart Üniversitesi’ne. O sırada Moskova Üniversitesi’nin dekanı kim, Dolan Bilikovska.
Dolan Bilikovska, 1. Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesinden Erzincan’a kadar girmiş bir general. O sırada İgor Miliseviç sadece bir er.
Peki İgor Miliseviç’in Doğu Cephesi’nde başlayan yükselişinin başlangıcının temeli nasıl atıldı?
Nalber Sezeryan, Doğu Anadolu’daki Ermeni çetelerinin en büyüğünün lideri. Rusya’nın Ermeni Devleti fikrini rededip bütün toprakları işgal etmesi üzerine, Dolan Bilikovska’ya suikast düzenliyen adam.
Dolan Bilikovska’yı ölümden son anda kurtaran kim, o zamanlar daha 21 yaşında olan er İgor Miliseviç.
Şimdi daha net anlatalım.
Kemal Keskin, 1934’de dönmesi gerekirken kaçıp, kaçak olarak 1948’de girdiği ülkesinde nasıl karşılandı. İlk seçimlerde Erzincan Milletvekili olarak.
Erzincan’a kadar ilerleyip, sonra tırıs tırıs geri dönenler kimdi?
Ruslar.
Yani demem o ki, bu Ruslar salak mı kardeşim?
Erzincan’ı almanın daha kolay yolunu bulmadan bırakırlar mıydı sanıyorsunuz?
—-
Neyse daha fazla uzatmayacağım.
Yazarların kim olduğunu söylememe gerek var mı?
Demem şu ki, beyin yoksunu insanların, bu kadar söz sahibi olmasını ve sözlerinin bu kadar kişi tarafından dinlenilmesini mide olarak da, kafa olarak da kaldıramıyorum. Bu kadar.

0 yorum:

Yorum Gönder