10 Mayıs 2012 Perşembe

Özgürlük üzerine


Montaigne, denemeye devam ettiği sıralarda özgürlükle ilgili, ‘Özgürlüğüme öyle düşkünüm ki, bana Hidistan’ın küçük bir bölümünü bile yasak etseler dünyanın tadı kaçar…’  der. Ki bana göre, Montaigne bunu söylerken, bir kez bile Hindistan’a yolunun düşmeyeceğini de biliyordur. 
Buradan yola çıkarak, değil Hindistan; bir aşağı mahalle bile bize yasaktır esasen şu dünyada. Nasıl mı? Anlatayım…
Yerini, mevkisini, mahallesini, bölgesini geçtim; geceleri sokağa çıkmak bile yasaktır ülkemizin büyük bir bölümünde, tabiki böyle bir yazılı yasa yoktur ama, çıkabiliyorsan çık kardeşim. Saat bir ertesi günü işaret ettiği andan, ertesi günün güneşi kendini gösterene kadar sokaklar senin değildir, uyuşturucu bağımlılarınındır, evsizlerindir, balicilerindir, serseri, hırsız ve sokak çocuklarınındır, travesti, hayat kadınları ve onların pezevenklerinindir. Bunun varlığı elbette de dimdik duran bir tehdit değildir ama, yolunuzu birinin çevirme ihtimali her zaman vardır; cebinizdeki paradan, cep telefonunuz, kolunuzdaki saatten olma ihtimaliniz her zaman vardır; bir posta dayak yeme, bacağınızda kanın sıcaklığını hissetme, yüzündeki façayla baş başa kalma ihtimaliniz her daim vardır bu topraklarda. Ve bu ihtimaller sadece seni tehdit etmez, o sokakta bulunan herkes birbiri için bir tehdittir aslında. Bunun varlığını annemin korkuyla karışık nasihatleri değil, haber bültenleri de beyan eder. Bazen siz de şahit olursunuz, belki kurban bile olursunuz, belki şahit olduğunuz olay kendi kurbanlığınızdır, ama bu vardır; günün aydınlığı senin özgürlüğünü de alır götürür yanında ve sen ancak evinin, odanın kapısını kilitleyerek kendini özgür hissedebilirsin.
Peki gündüzleri çok mu özgürüzdür? Burası benim mahallem, burası benim şehrim, burası benim ülkem, bunlar benim insanlarım diyebilir mi bir insan rahatlıkla? Rahatlıklayı geçtim, diyebilir mi?
Bu yazıyı okuyan ya da okumayan herkesin eve giderken yolu uzatmak zorunda olduğu bir park yok mudur? İçinden geçemediği, geçerse kesin bir belayla baş başa kalacağını bildiği ve bu nedenle arkasından, önünden dolandığı yolu uzattığı bir park yok mudur?
Adım dahi atamadığı mahalleler yok mudur? Değil içine girmek, o mahallenin bir ferdiyle bile karşılaşabileceği sokaklardan bile korka korka yürüdüğü… yok mudur?
Sadece bu olsa yine iyi, kendisini korumak için varolan polisin tehditkarlığı ve rencide  edici sorgulamaları yüzünden polisle bile aynı yolda yürümek istemez bu ülkenin insanı. Çünkü o polis de, bu korku toplumunun bir ürünüdür, adaleti sağlamak için değil, bulunduğu yere korku salmak ve bu sayede sessizliği sağlamak için yaratılmıştır.
Montaigne, Hindistan’ı bile kendi vatanı, kendi toprağı sayıyor. Biz ise, sadece bakkala gidip geldiğimiz o 50 metrelik güzergahta içimiz rahat etse şükredeceğiz, farkında değiliz.
Sokaklardaki o kaybedilmiş insanların, insanlığının, yaşama hakkının savunuculuğunu, sorgulayıcılığını yapmak başka bir yazının konusu… Ama bunun haricinde bile, onların bizden daha özgür olduğu da muhakkak.
Ne diyelim, payımıza düşen buymuş.

0 yorum:

Yorum Gönder