16 Aralık 2013 Pazartesi

Türkiye'de Tiyatro

tiyatro ile yerleşik yargılar vardır; tiyatro üst düzey sanatlardandır, kültürlü insan işidir, yer yiğidin harcı değildir, gibi... devamı da şöyledir, lütfen tiyatroya gidin, tiyatroya giden insan medeni insandır, tiyatro insanın zihnini açar, gibi... ve yine aynı ses kalabalığında son olarak şunlar duyulur; tiyatrolara kimse gitmiyor, insanımız tiyatroya hiç değer vermiyor, tiyatrocular kan ağlıyor, gibi...

öncelikle tiyatro neden tekelmiş gibi, tek bir ürünmüş gibi konuşuluyor hiç anlamlandıramıyorum. yani iyi film, kötü film var; iyi resim, kötü resim var; iyi heykel, kötü heykel var iken, neden kötü bir tiyatro olamıyor ki yurdumun güzel salonlarında, böyle bir şey mümkün değil midir? kötü bir oyun sergilenemez mi, bir oyun kötü olamaz mı, bir tiyatro eserinin kötü olma ihtimali yok mudur? 

ben direk şöyle devam edeyim, vardır; hem de kötünün kralı vardır ve öğrencilik yılları boyunca buna maruz bırakılmış milyonlarca insan da vardır. sadece benim hatırladıklarımdan bahsedeyim. ilkokulda, ilk yardımın önemi, annelerin kıymeti, öğretmen canımızdır tutarında, okul okul gezen tiyatro ekiplerinin içi didaktizm yüklü rezil oyunlarıyla tanıştık hepimiz tiyatro denen sanatla. daha sonra hiçbir bilgi birikimi olmayan sınıf öğretmenlerinin hevesi nedeniyle müsamerelerde rol almaya da başladık bir çoğumuz, tamamen rezaletti o cumhuriyet bayramı, çanakkale destanı oratoryoları, canlandırmaları filan. bunun haricinde bu sefer okulun kültürel etkinlik babında bizi 1-2 lira gibi ufak paralara götürdüğü oyunlar izledik, turgut özakman'ın muhteşem kaleminden; ortada sanat yok, eğlence yok, mizah yok; ölümüne didaktizm, ölümüne ama...

ilkokuldan sonra karşılaştıklarımızın hepsi harika mıydı peki? elbette hayır, lisede olay moliere ve shakespeare'ye geldi, nispeten daha iyi olsa da, bu sefer de iyi olan metin, kötü oyuncunun karşısında gene dökülmekten kendini alamıyordu. iyi bir tarih, kültürel tarih dersi almamış insanlar olarak; tamamen dönemler, kraliyet, aristokrasi, bla bla üzerine kurulu olan ya da daha farklı bir gerçekliğe sahip oyunlardan ne anlamamızı bekliyorlardı ki, bize ne verdiler de, bizden ne istiyorlardı acaba. bu olsa yine iyi, bir de bağırmayı gereklilik sanan tiradlar, gerçeklikten uzak rol kesmeler, yürüyüşler, hey heylenmeler... 

tiyatro için; insanı insana insanla anlatma sanatı diyorlar, gerçekten afili bir cümle. sana tiyatroyu doğru anlatmamışlar; yani tiyatroyu anlamamışsın; sana oyunu anlatamamışlar; yani işini anlamamışsın, bunu senden daha anlayışsız birine anlatmanı senden bekliyorlar, işin komik tarafı sense seni dinlemelerini bekliyorsun.

çok iyi tiyatro oyunları izledim, çok iyi metinler de okudum; çok kötülerini de izleyip, okudum. bunlar olur, olması gerekir, olmak zorundadır.

bir heykel tıraş, bir ressam, bir sinemacı; nasıl çıkıp da ağlamıyorsa, gözünü seveyim tiyatrocular da ağlamasın. hele didaktizmi görev edinmiş insanlar, 'sanatçı'yım demesin zaten kendilerine, siz öğretmensiniz efendim, hem de kötü bir öğretmensiniz. siz, size verilen şansı baştan teptiniz zaten, ilkokulda daha ağzı süt kokan çocuğu, tiyatro ile tanıştırma şansı size çok kere verildi ve o çocuğu tiyatrodan tiskindirdiniz, milyonları tiskindirdiniz; hala da ağlıyorsunuz amk. utanmadan ağlıyorsunuz ulan, ne diyim başka. hepsini bir köşeye bırakalım, son cümle olarak; bir ülkede bir simitçi, bir çöpçü, bir televizyon tamircisi para kazanamadığı için, ağlama şansı ne kadar varsa, sizin de en fazla o kadar ağlama şansınız vardır; kendinizi üstün görme karaktersizliğini de bir bırakın artık. 

0 yorum:

Yorum Gönder